Gece Yarısı Olduğunda - Kısım I
Gece Yarısı Olduğunda - Kısım I
Aydığınlığın üstüne örtülmüş siyah perdeden,
Siyah perdenin engelleyemediği tüm parlak ışıklara…
1912, Wallheim Şatosu
Gergin, çok, çok korkunç derecede gergindim ve hayatım boyunca böyleydim diyemem; ama neden şimdi bu denli gergin olduğumu soracaksın? Hastalık duygularımı ortaya çıkarttı - yok etmedi - onları köreltmedi, daha fazla hissetmemi sağladı. Her şeyden önce, akut işitme kaybına sahiptim. Bir zamanlar, gökte ve yerde olan her şeyi işitirdim. Güzellikleri, doğayı işitirdim. Şimdi, cehennemden çok şey duyuyorum. Hala nasıl delirdiğimi mi sorguluyorsun? O vakit dinle! Ve ne kadar sağlıklıyken, ne denli yok olmaya mahkum bir bireye dönüştüğümü size anlatayım.
Cani bir katil olma fikrinin beynime ilk nasıl girdiğini söylemek mümkün değil; hamile kaldığımdan beri, kabuslarım her gece gündüz beni avlıyor. Sevişmekten yana asla bir tutkum yoktu. Yaşlı bir adamı sevmiştim. İlk yıllarımızda, bana tek bir yanlış yapmamıştı. Bana asla hakaret etmemişti. Gerçekten sevmiştim, onun serveti için tek bir arzum bile yoktu. Gözleri, akbabanın gözlerine benziyordu, gece ışıldayan, koyu kahverengi gözleri vardı. 74 yaşındaydı. Geçmişin kırbacına mağlup olmuş bir vücudu, zaman rüzgarının alıp götürmüş olduğu saçları vardı. Her şey bizim için güzel gidiyordu, hayat mükemmel değildi, ama yaşadığım en güzel zamanlarımı yaşıyordum. Sevişmekten yana bir tutkumun olmadığını söylemiştim fakat ne zaman beni taciz etmeye başladı, ne zaman geceleri beni bayıltıp tecavüz etmeye başladı, işte o zaman aklımı kaybetmeye başlamıştım. Böylece yavaş yavaş, çok yavaş bir şekilde, yaşlı adamın canını almaya ve böylece o akbaba gözlerinden kurtulmaya karar vermiştim. Beni hala delilikle suçluyor olabilirsin, deliler hiçbir şey bilmez dersin. Ama beni görmeliydin! Ne kadar akıllıca, ne kadar dikkatlice onun canını almak üzere olduğumu görmeliydin. Onun canını almadan önceki tüm hafta boyunca ona çok nazik davrandım, eski günlerdeki gibiydim. Yeni bir açmış çiçek gibiydim ona karşı. Narin ve sevecen...
Her gece yarısı olduğunda, kapısının mandalını yavaşça çevirip açıyordum, elimde karanlık bir fenerle, ona lanetler yağdırıyordum. Kendi bildiğim büyü yöntemlerini kullanıyordum. Nefesinin yavaşça kesilmesi için, kalbinin sessizce sönmesi için büyüler... Onu ne kadar kurnazca avladığımı görsen gülerdin. Uykusunu bozmak istemiyordum. Büyülerimle onu tüm hafta hasta ediyordum. Artık hareket edemeyecek kadar yorgun düşmüştü bedeni.
Ha!—bir deli bu kadar bilge olabilir miydi? Ona dokunmadan içimden savurduğum lanetlimle avlıyordum onu. Her sabah, gün ağarırken, odasına giriyordum ve onunla konuşuyordum, dalga geçer gibiydim, gecenin nasıl geçtiğini soruyordum. Görüyorsunuz ya, gerçekten de onunla dalga geçiyordum. Her gece ikiden sonra onu sessizce öldürüyordum. Benimle konuşamıyordu, artık yorgunluktan ağzını bile hareket ettiremiyordu. Gece boyu salyası yorganına karışıyordu, tuvaletini altına yapıyordu. Çırpınışlarını izlemek bana iyi geliyordu. Acı çekerek ölmesini ben de isterdim ama bu işi artık bitirmenin zamanı gelmişti. Yakalanma korkusu bütün vücüdümu sarmıştı.
8.nci günün gece yarısı ise gelip çatmıştı, kapıyı açarken normalden daha temkinliydim. Son geceydi ve sonsuzluğa gidecekti. Odası kapkaranlıktı, zifiri karanlık. Sönük fenerimi tam aydınlatacakken bir ses geldi, ''Kim var orada?'' donup kalmıştım, yatakta oturmuş beni dinliyor gibiydi. Gözleri parıldıyordu, akbaba misali... Fare olmalı diye içinden geçirip, tekrar homurdanarak uykusuna dalıp gitmişti. Kıkırdadım. Bir insan bu kadar ahmak olabilir diye düşündüm. Ahmak, ahmak, ahmak herif diye içimden bağırmak geçti ama yapamadım. Belki mezarına tükürürken ona ahmak diye seslenebilirdim, evet bu fikir hoşuma gitmişti.
Ben ona her gece büyümü
yaparken, gözleri hep yarı açık vaziyetteydi. Ölümün onu kucakladığını,
gölgelerin onunla bütünleştiğini kendisi de biliyordu. Uzun bir süre sabırla
bekledikten sonra, saat gece yarısı 3'ü geçmişti ve tam sırası dedim. Yavaşça
fenerimin ışığını açıktan sonra ona yaklaştım. Yüzüne doğru yaklaştığımda,
kişiliğini, yüzünü, hiçbir şeyini göremiyordum. İçten içe ağlıyor gibiydi. Yavru
köpeğe benzetmiştim. Yok yok ya da yavru domuz gibiydi, domuz sesi çıkarıyor
gibi bir hali vardı çünkü. Oink oink mi diyordu, ya da ben onu kendi gözümde
masumlaştırmaya çalışıyordum? Kesici bir aletle öldürmeyi beceremezdim.
Kafasını baltayla ezemedim, gırtlağını kesemezdim... Onu öldürmek için başka
bir yöntemim vardı. Bir saatin çıkardığı ses gibi kalbim hızlanmaya başlamıştı,
alçak, boğuk bir ses. Sol elimde tutuğum, asma ipini yavaşça, onun hafif
kıpırdatarak boynundan geçirmiştim. Gün doğana kadar bu iş bitmeliydi!
İlk bölümün sonu...
Yorumlar
Yorum Gönder